1 Haziran 2012 Cuma

Bir Gün...

Bir gün, senin de ışıklarını karartır sorarlar
...
Beklemenin ne olduğunu
Sarıp kundağına büyüttüğün düşlerini
Çift kişilik dev hayallerini anlatırsın onlara.

Rüyalarına düşen kareleri hatırlamak güzeldir dersin.
Ağlarsın diğer yandan...
Bazen;
Kimin uğruna
Neyin uğruna olduğunu bilmeden ateş olur yanarsın da...
-Yine de gizlenirsin yağmurdan...

İşte o zaman mutluluk silinir gözlerinden.
Yalnızlık neymiş bir gün anlarsın...

Bir gün senin de ışıklarını karartır sorarlar.
...
Kalbinin neden göğüs kafesine yüklendiğini
Göz yaşına çevirdiğin baharları
Her kaybedişin ardından kahkahaların sustuğu dakikaları anlatırsın onlara.

Önce;
Hüzün tablosuna düşen kararsız ümitleri sayıklamak güzeldir dersin.
Yalan ayak koşarsın sevinçlerin ardından
Mis kokulu kır çiçekleri arasında haykırmayı özlersin.
Bir kaç tatlı söz unutturur her şeyi, diğer yandan...

Sonra;
Talan edilmiş mutlulukların rengi solar düşlerinde.
Uykusuzluklar yıkıp geçer
Başka bir suretle geri döner kaybettiklerin, acı...
Nefret edersin yaşadıklarından
Kırılırsın.
Anlatacak bir şeyin kalmadığında
Bıraktığın her nefes kadar eksilirsin.
İlk/baharda kar olur hayallerin.

Önce; öncesi yok.
Sonraya kalanlar, acı hatıraların ortağıdır.
İşte bunu anladığında
-Umutlar silinir gözlerinden,
Çaresizliğine sarılırsın.
Kısacık kestirmelerin ardından rüyalarda terk eder.
Ağlarsın.

İşte o zaman mutluluk silinir gözlerinden.
Yalnızlık neymiş bir gün anlarsın...

İnsan neden yazar?

     Bu gün, daha doğrusu bu gece herhangi bir kelime oyunu olmadan sohbet havası içerisinde yazacağım bu yazıyı, ki belki de bu yüzden biraz uzun olacak... Aranızda bu yazıyı sonuna kadar okuma sabrını gösteren olursa şimdiden teşekkür ederim...

     + İnsan neden yazar?

     - Çok yönlü cevapları olan bir sorudur bu aslında.. Kimisi mutluluktan der, kimisi acıdan, kimisi sadece hobi olsun diye... Yazmak eylemi çok değişiktir... Aranızda eğer eline bir kalem ve bir kağıt alan olursa bir süre sonra yazmadan duramaz... Kalem ve kağıt bir birine âşıktır çünkü... Kalem kağıda kavuşmak ister, kağıt ise kaleme... Bunu fark etmişsinizdir çoğunuz, okul zamanlarında ders sırasında önünüzde bir kitap açık olur genelde ve elinizde bir kalem olur, dersin sonlarına doğru kitaba baktığınızda köşesinde, sağında veya solunda karalamalar olduğunu görürsünüz, çoğunuz bunu belki de bilinçli yapmıştır ama elinde kalem varken yazmamak imkansız gibi bir şeydir... (En azından benim için) Ben elimde kalem varken, kağıdın sağına soluna anlamsız şarkı sözleri yazarım.. O an kafamdan ne geçiyorsa veya o akşam yayınlayacağım yazının bir kısmını karalarım... Her insan içinde birazcık yazardır aslında... Sadece bunu ne zaman ve nasıl ortaya çıkaracağını bil(e)mez... Kimileri âşık olur, sevdiği kıza/erkeğe yazı yazar... Kimileri de bu kadar şanslı olamaz içini dökecek birisini arar... Yazmak eylemi insanı rahatlatır (benim şahsi görüşüm)... Ama insanlar genelde acılarını yazarlar/dökerler kağıtlara... Bu yüzden mutluluk üzerine yazan insana pek rastlayamazsınız... Peki bir soru: "İnsan yazdığından mı acı çeker yoksa acı çektiğinden mi yazar?"
     ... Bu sorunun cevabını vermek çok zordur... Çoğu insan da zordan kaçtığından dolayı bu soruyu "paradokstur" deyip geçiştirirler.. Belki de haklılardır...

     + Ben nasıl yazmaya başladım?

     - Benim bu işe nasıl girdiğim biraz karışık aslında... Bu soruyu bana soran arkadaşlarıma yanıt olsun diye yazıyorum... Çok sevdiğim bir arkadaşım, baya karamsar olduğum bir dönemde bana bir kitap önerdi... Bu kitap belki de hayata bakışımı değiştirdi, iyi yönde mi kötü yönde mi bilmiyorum ama kesinlikle çok farklı düşünmemi sağladı... Bu önerdiği kitabı okuduktan sonra aynı yazarın diğer kitaplarını da okudum... Okumak iyi gelmişti kafamı oraya yönlendiriyordum ve bana acı çektiren şeyleri unutuyordum doğru ama sadece geçici bir süreliğine... Sonra bir gün standart derslerime çalışırken bilinçsiz olarak kağıdın kenarına kafamdan o an geçenleri yazdım.. Dönüp ilk okuduğumda bana çok saçma geldi (belki de ben yazdığım içindir.) Sonra bir arkadaşım yazı yazmak iyidir kafanı rahatlatır dedi... Buraya kadar olan kısım yukarıdaki sözün "İnsan acı çektikçe yazar." kısmını destekliyordu... Sonra bu işin ustalarından alıntılar yaparak ve bu alıntılara kendi yorumlarımı ekleyerek bir şeyler çıkartmaya başladım ortaya ve beğeniliyordu da ama ortada şöyle bir sorun vardı... Ben yazılarımı anılarıma dayanarak yazıyordum yani, her bir yazıda acım hafiflesin diye o anıyı kağıdımla paylaşırken aslında o acıyı bir kez daha yaşıyordum... İşte bu da sözün "İnsan yazdıkça acı çeker." kısmını gösteriyordu... O yüzden bu söz gerçekten bir paradokstu... Daha sonraları ise kağıdın kafamı dağıtmak için bir araç olmadığını ve aslında beni en iyi dinleyecek arkadaş olduğunu fark ettim çünkü ben sabahlara kadar ona acılarımı, dertlerimi anlatsam da hiçbir zaman bana, bu günlük bu kadar yeter demedi ve böylece Blog'un girişindeki söz ortaya çıkmış oldu... "Bazen bir parça kağıt çevrenizdeki herkesten daha iyi anlar sizi." ... O günden beri de kağıtla olan arkadaşlığım hep iyi gitti... Ben ona yeni hikayeler verdikçe o beni dinledi, bir gün bile itiraz etmedi. Yazılarımı da genellikle gece, daha doğrusu sabaha doğru yazdığımdan dolayı uykulu olduğumdan... Sesine Uyku Kaçmış Adam ortaya böylece çıkıp benim diğer yarım olmuş oldu...Ha; bu arada... Acım mı? Geçmedi.. Alıştım sadece.. (: 
__________________________________________________________________________

Ve şunu unutmayın... Belki de bir gün bir kitap hayatınızı değiştirebilir. Siz sandığınız siz'in siz olmadığını size gösterebilir... (:

- Bu arada yukarıdaki söz her ne kadar bir paradoks olsa da benim cevabım sanırım: "İnsan acı çektikçe yazar." olurdu.. Tecrübelerime dayanarak.. Bir kez daha teşekkür ederim eğer buraya kadar katlandıysanız. (:

29 Mayıs 2012 Salı

Sesine Uyku Kaçmış Adam...

Bir adam vardı bu şehrin bir yerlerinde
Sesine uyku kaçmış bir adam
ağlasa duyardınız
Yağmur şırıltısı gibi yağardı düşler ormanına
Yüzü silik bir adamdı
gözlerinde
En çok da gözlerinde saklıydı hüznü
bu yüzden kısardı gözlerini

buz gibi sessizdi o
Sesine uyku kaçmış bir adamdı
Ne zaman düş kursa
Çocukluğunun soğuk günleri gelirdi aklına
gençliğinin deli fişek günlerine yazgılıydı yazgısı

Vadesi dolmamış toprakların
ince tortularında saklıydı ruhunun gizemliliği

Ve bir gün...
bir şeylerin intikamını bıraktı ardında
bir türlü alamadığı...

şapkalı günlerin umut kokan güvercinleriyle birlikte
gitti bu şehirden
Sesine uyku kaçmış adam
gecelerdir onu düşünüyorum
Uykum kaçıyor...

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Zamanımı seni sevmeye harcadım...

Alışmaya başladım kendime.
Ruhum ve bedenim senin cesedini gizler içimde ,
İçim senden yanaydı...
Rüyalarımda somutlaşan göz bebeklerinde unuttum gülmeyi.
Unuttum seni derken sahiplendim her şeyini.

Unutamamaktan gelirken düştüm sana...
Tükeniyorum şehrin sokaklarından
Uyuklayarak kusuyorum , sensizliğimi içinden. 
Çünkü ben , özlememekten gelirken , özledim seni en çok.

Ben de giderdim oysa , geç kaldığımda sana.
Kıçı kırık bir karanlık değil miydi , gecelerimde yalnızca yıldızları parlatıp , beni sana kör eden.
Bu yüzden ,siyah varken lambalarını kapadığımızda , aşkın ;
Seni özleyebilirdim, anca...

Sen gelmeden giderdim oradan ,
Seni görmeyi değil , görememeyi arzularsam
Belki de bir rüyadan daha ters çıkardı , sensizlik...
Seni görüp özlerdim seni belkide.
Aşk dediğimiz şey "özlemek" değilmiydi , aynı yatakta uyurkende.
Ama herkes için uyumak farklıdır da işte
Çünkü iliklerine kadar yalnızsan , özlemenin kitabını okursun uyurken sadece .
Yani aşk ;
Ne dedikleri değilde , ne diyemedikleridir.
Çünkü kimileri özler , kimileri özler ama söyleyemez.
Ve asıl söyleyemeyenlerdir , aşkı ayrılıklarına kadar hak eden...

Omzumda durur , geceleri kucaklaştığım bu kuş
Kanatlarında saklardım , seni.
Çırpıldıkça senden , bir "ben" daha eksilirdim 
Sevmenin emek istediği yerlerde , sen susmayı paylardın kendine.
Yine ben üstlenirdim , alnımızın teriyle yaşatmayı biz'i.
Yorulmaktan kaçardım seni özlerken.
Sana senin dünyanda bir büyük okyanus bahşeder dururdum.
Ve sen ,
O okyanusta bizi boğardın...

"Ölüyorum" deyip de , 
"Yaşamayı" , aldatan tavırların da gizlersin
Ben Ölüyorum deyip de , ölendim oysa.
Kimse bilmezdi , sen gittiğinde nasıl da öldüğümü.
Sen gitmişliğini kattın , geçemeyen bir geçmişe.
Ben kendi günlerimin ırzına geçtim.
Kimse bilmezdi ;
Aşk'ın kapı aralığından bakarken sana , tutup kolumdan çekmeyi.
Yine düştüm sana .
Ölmeyi bilmezden gelirken , ölür herkes.
Ben seni özlememekten geldim.
Ve kalbimdesin şimdi..

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Sen yoksun..

Sen yoksun.
Ayırsana gündüzü şu karanlık geceden.

Versene gençliğimi koparıp saçından!
Sana şizofren bir kuşum. 
Hayal edebildiğim özgürlük kadar yazıyorum.
Seni içimde, kafes içinde yaşıyorum.
Bulutlara yükselirken hayallerim, 
Ben kanatlanır gibi ölüyorum.
Uçmayı düşlerken sana, 
Uçurum oluyorsun.
Düşüyorum.
Yine de çekme perdeleri,
Gökyüzünü seviyorum.
Ama dök yüzünü artık!
Sen, sen olmadıkça ben,
Bana benzemiyorum.

Sen yoksun ve değiştim ben, 
Kelebek ömrü ümitlerimle ararken seni.
Neşeye acı sorulmuyor.
Adresin bilinmiyor.
Ve ben inatla sordukça seni,
Kaybediyorum kendimi.
Sen, gülen insan,
Nehirlere benzeyen kadın,
Acıma alkış tutan sarhoş!
Kıskanmıyorum seni.
Uçmayı sevmeyen kuş mu olur?
Sadece sevmiyorum sevmeyi.
Eskisi gibi değil ki,
Düşlerim kaybetti rengini.
Çocukken de sevmiştim hani,
Bu kadar saf olmamıştı. 

Gamsızdım.
Kırmızı güller için çok yol giderdim.
Bu kadar bulunmaz değildi gül bahçeleri.

Arsızdım.
Yine aşka yürürdüm de,
Hiç bu kadar koşmamıştım.
Nefes nefeseyim…
Bilmiyorum.
Sen mi değerlisin, 
Yoksa gözyaşım mı?
Keşke gözlerimden kan gelseydi.
Çünkü kan, can kaybeder.
Gözyaşı sen kaybetti.

Bak, hala şuursuz bir adamım,
Gülmeyi yakıştıramıyorum kendime.
Yorulmadı yorgunluğum.
Ufkumu sorup durma zihnimde,
Susmuyor suskunluğum.
Gülmelisin, daha çok gülmelisin.
Sana bensizlik armağandır.
Bende kaldı sensizlik
İçim gibi daraldı sokakların,
Buralarda durulmuyor.

Gidiyorum.
Senin gibi değil.
Daha yalnız.
Ben kendime kaçağım.
Kolundan tutma firarımın.
Sadece sokak lambalarının altından geçerken, 
Sana benzesin yine gölgem.
Hala yanımda bilirken seni,

Bırak! Gideyim bu şehirden.
Hatta biraz da sen git, benden.
Sende kaldıysam eğer bir nebze,
Kalanı da zedele.
Biraz daha git benden.
Yolum uzun, ömrüm kısa.
Özlemim maziyedir, hasretim sana.
Şimdi matemin rengini ver bana.
Gözlerinin dengini bırak,

Öyle git.
Oysa sırlarım vardı.
Ölümden öte sınırlarım. 
Sana dair!
Ateşti,
Kül oldu şimdi.
Sen yoksun.
Hiç sevmemişim gibi...

25 Mayıs 2012 Cuma

Ben de gidebilirim...

Ne sevgiye gerek kaldı ne de nefrete, çünkü sen g/ittin .
Yokluğunla savaştırma beni kaybederim, demiştim sana onlarca elvedanın arasına sıkıştırıp.
Gözyaşlarımı tutamadığım zamanlarda saatlere vurup kalbimi defalarca ‘sen’ çalışını seyrediyordum.
Aynaya baktığım gözbebeklerimin içine yuva yapmış gözlerin oluyordu tek görebildiğim. Çevremdekiler bana göremediğimi söylüyordu senden başkasını. Bilmiyorlardı ki senden başkasında gözüm olmadığını. Bilselerdi senin gözlerinde neler gördüğümü zaten beni anlayacaklardı ama kimse göremedi, çünkü ‘o sana layık değil’den başka cümle bilmezdi hiçbiri. Kimse kalp atışının sesini beyninde yer etmesine müsaade ettirmezdi. Binlerce kalbin arasından seninkine dayanıp güvenirken ben, sen binlerce kalpsiz bedenlerin olmayan ruhları arasında kayboluyordun,bilmiyordum..

"Geç/miş olsun’ a gelecektim oysa ben kırdıklarım adına. Dilin adımdan düşmediği için kalbimin hatırına gelecektim yeniden kollarına.Geç olmuştu artık dönüşümüz için, geç fark ettim.Yine de kalbimin nefes aralıklarında soluklandığım tek yer senin adın.Yine de çok seviyorum yürüdüğümüz sahili.Yine de sen,kalbimin kırıkları arasından toparlayamadığım yüzünle kalacaksın zihnimde. Ve burnumda ihanetinin kokusuyla hatırlayacağım seni. Nasıl bilirdin diye sormaya bile gelecekler bana. Ben yutkunurken adını duyduğumda, ‘İyi bilirim’ bile çıkamayacak ağzımdan, affet. Ben en büyük yanılgıyı sende yapmışım çünkü, sen yanımda bile binlerce maske değiştiriyordun, görmüyordum.."

Şimdi ben onca sevdayı ihanete sıkıştırıp yeniden, 
Seni sevebilirim her şeyi görmezden gelerek, hayatımı bile.
Seni sarabilirim, sarılarak kapanmaz oysa hiçbir yara.
Seni öpebilirim, yanan dudaklarından gün batarken yine.
Ve sonra
Seni öldürebilirim,
Kalbim senin için atmayı bırakıp,
Bir başka kalbe sarıldığında
Ben de gidebilirim..


20 Mayıs 2012 Pazar

Misafir...

En değerli misafirim, 

Bugün bıraktığın anılarınla boğuşuyorum odamda.. 
Sen düzenlemişsin her tarafı. 
Her taraf sen kokuyor,sen var gibisin aslında 
ya da ben senin hayalinle süsledim her tarafı.. 

Son nefesleri vericeğimiz güne kadar kalamadın. 
Oysa tahminimce otuz sene kalmıştı benim son nefesime.

Bir yaşam vaad ettim ben sana,bu evin içinde. 
Kabul etmiştin. 
Meğer sen hep bu izbe evin penceresinden bakıyormuşsun. 

Ben seni elimden geldiğince ağarlamaya çalıştım. 
Yapamamışım. 
Bazen bu evi talan etmişiz o saçma sapan kavgalarla. 
Hala kırık dünlerin etkisi var bütün yarınlarda 
Sen bu evin karanlığı ile başedemedin sevgilim. 
Bense o karanlığın en ücra köşesinde yaşıyorum şimdi. 

Bavulunu toplamış misafirin ayaklarına kapanmak değer mi? 

Kapıları kilitlemeli mi bir yere kaçmasın diye sevgili 

Bu evi yıkma sevgilim. 
Ben burada yaşıyorum. 
Ben buradayım hep. 
Hep seni bekliyorum kapılar pencereler açık 
duvarlar yıkık 
ama yine ışık yok sen olmadıkça 
hala karanlık

Dışarısı çok korkunç sevgilim gitme. 
Gitme,seni izlemek zor başka evlerin içinde. 
Başka düzenlerle. 
Başka aşklarda 
Başka sevgilerde 
Başka dudaklarda 

Sen başkalaştıkça

Seni kimse almadı benden ama alacaklı gözler var etrafta. 
Senin kalbin yabancılaştı şimdi insanlara. 
Ama biliyorum tanıdık birisi çıkacak o insanlar arasında. 
Seni benden kimse almadı 
ama beni benden sen aldın be sevgilim. 
İşine yaramam bırak beni. 

Bırak kırılmış kalbimi. 
Bırak umutlarımı. 
Bırak gülücüklerimi. 
Bırak yalan tebessümlerimi. 
Beni yalnız bırak bu evde ama sende ol içinde. 

Ben bu aşk sorumluluğunu üstlenemedim. 
Her şeyden çok sevmek yeterli olmuyormuş demek. 
Bilemedim. 
Gitmeni kabullenmeyi bilemedim. 
Hayatımın tadını kaçırdın,o yüzden tadını çıkarmayı bilemedim. 
Bu evi kendim yıkmayı bilemedim. 
"Başka evlerde senin mutluluğun" dediler taşınmayı bilemedim. 

En mutsuz olduğum anlarda sen olmadıkça Ağlamayı bilemedim. 
En gülünç esprilere kahkahalar atarken içten Gülmeyi bilemedim. 
Şimdi Tek bildiğim dışarıya baktığın pencerelerden seni izlemek 

Ya gel bu eve yeniden 
ya da git bu mahalleden 

Penceremdeki manzaram olma. 

Gözümdeki yaşlar olarak karış yağmurlara 

Terket bedenimi,ben terketmeden. 
Benim yarınım ol , umudum değil 

Gelirsen de hiç gitme. 
Benimle paylaş bu evi ve ev arkadaşım ol 

Misafirim değil...




Beta

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Gidişler bende kalsın..

Yanmamış bir alevin külleri gibiyiz biz seninle
Güneşsiz bir sabah, yıldızsız bir geceyiz
Söylenen bir şarkıyız sessiz sessiz…
Yarım kalmış bir hikayenin sonuyuz eksiksiz…
Çölün ortasında yeşeren küçük bir koruyuz
Hiç büyümeyen asırlık fidan gibi,
Biz seninle aslında hala çocuğuz
Doğduğumuzdan beri aç ve susuzus
Oysa yıllardır sevdaya orucuz
Şimdi sevmek mi oldu tek suçumuz ?
Aşk kırıntısıyla doymak değildi halbuki…
Koca bir lokma gibi büyümekti arzumuz

Ama herşey için, artık çok geç sanırım
Mesafelerde girince araya,
Anladım ki bu aşk benim zayıf yanım.

Bir hikayeydi belki kandığım
Mecnun'a özenip sende Leyla aradım
Beni sevdiğini sanmıştım…
Meğer ne çok yanılmışım...

Öyle ya… Şimdi hatırladım!

Sen sevmeye, ben kaybetmeye korkardım...
Sen cesareti olmayan bir deli aşıktın,
Korkak sevdaların aceleci tarafıydın,
Kim bilir…
Belki iki günden sıkılır, gitmeye kalkardın,
Bunun için sevmeleri sana bıraktım…
Gidişler bende kalsın.

18 Mayıs 2012 Cuma

Ben bayramı değil ATA'mın doğum gününü kutluyorum!

19 Mayıs 1919 Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başladığı gündür. I. Dünya Savaşı sonunda ülkemizin birçok yeri savaşı kazanan devletler tarafından işgal edilmişti. Yurdumuzu bu durumdan kurtarmak için Atatürk, 16 Mayıs 1919'da "Bandırma Vapuru" ile İstanbul’dan Samsun'a hareket etti. 19 Mayıs 1919'da Samsun'a vardı ve burada Kurtuluş Savaşını başlattı. Üç yıl süren savaşlar sonunda ülkemiz yabancı güçlerden kurtarıldı. 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. Atatürk'ün, Samsun'a varış tarihi olan 19 Mayıs günü Ata’nın isteği üzerine "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak kutlanmaktadır.

Atatürk Türk gençliğini seviyor, onlara güveniyor ve Türkiye’nin geleceğini onların ellerine bırakmaya çekinmiyordu. Gençliğe bıraktığı bu önemli görevi söylevinde şöyle dile getiriyordu Atatürk: "Ey Türk Gençliği! Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel senin en değerli güven kaynağındır."

Atatürk, "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur!sözü ile başarılı olabilmenin bir koşulunun da sağlıklı olmak olduğunu, sağlıklı olmak için de spor yapmak gerektiğini vurgulamıştır.

Her yıl 19 Mayıs günü Gençlik ve Spor Bayramımız yurdun her yanında spor gösterileri ve törenlerle kutlanır.

19 Mayıs; 1981 yılından bu yana "Atatürk'ü Anma Günü" olarak da kutlanmaktadır. Bunun nedeni Atatürk’ün bir söyleşi sırasında: "Ben 19 Mayıs'ta doğdum" demiş olmasıdır.

Ve sen günümüz hükümeti... Gelmişsin Türkiye'nin gençlerine -Atatürk'ün Çocukları'na- 19 Mayıs kutlanmayacak diyorsun... Yaptığın her şeye tamam... EYVALLAH!.. Ama sen istesen de... İstemesen de... 19 Mayıs Kutlanacak!.. Adına ister "Atatürk'ü Anma Günü" dersin... İstersen de "Gençlik ve spor bayramı."

Tüm kardeşlerimin, büyüklerimin Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı'nı; Ata'mızın ise doğum gününü kutluyorum... Keşke başımızda olsaydın sana hâlâ ihtiyacımız var... Kimsenin değerlerinizi almasına izin vermeyin!!!







Orkun Oğuz

Giderken geriye bakılmaz...

Giderken geriye bakılmaz. Geriye bakılmışsa o gitmek olmaz. Unutmaya kalkan bir trendir gitmek. Ve çok çok uzaklara gitmelidir giden; yakınındayken uzak kalmak daha hüzünlüdür zaten.  Giderken de öğrenebilir insan geride hiçbir şey bırakmamayı, geride kalarak gidilmediğini. Gitmeyi öğreneli çok oldu be sevgili. İyi bilirim içimdeki büyük patlamaların kaçınılmaz hasarlarını. Varmak değil, gitmek istiyorum sadece; nasılı olmayan bir soruya, nedeni olmayan bir cevap gibi. Gidiyorum artık. Düşüm, düşüşüm oldu. Bu acıdan başka bir acıya taşınıyorum; geçmişimde izi kalmış terk edilme yaralarını sende açarak…

Doğrudur bazen gitmek; dönmelerin kalmaları kalmamışsa eğer... Yalnızca ölüler yalnız gider sevgili. Aklımın çözemediğini ayaklarım çözecek ve bir ölü gibi geçip gideceğim üstünden. Islak bir elin farkında olmadan kuruyuşu gibi silineceğim hayatından.

Kalmak roldür, bazen zorlama! Göç gözlerde başlar, bakma! Keşke kendimi bırakıp gidebilseydim; ama şimdi sadece gitmişliğimle kalacağım aklında. Bilirim; varacağın yeri zorlaştıran aradaki menzil değil, geride bıraktıklarınla aranda giderek açılan mesafedir. Ve gitmek yavaş öldüren bir zehirdir. Kalmaya bir neden bulamadığımdan değil, gitmeye esaslı sebeplerim olduğu için gidiyorum sevgili. Bu yüzden dönmemi bekleme benden. Zaten o dönüş de gerçekçi olmaz; bir daha gitmeyeceğime olan inancı da beraberinde getirmedikçe.
Sen de git hadi! Gidelim birbirimizden; sanki gitmesek kalabilecekmişiz gibi…

Yeni hayatlar görmeye değil, gördüklerimi unutmaya gidiyorum sevgili. Gözyaşımdaki sessizliğin nefesinden, yağmurumdan tanırsın beni. Kendi ömrümden cayıyorum ve ömrüm uzun bir cenaze törenine dönüyor. Yıllar geçiyor ve yaşlandıkça geleceğe daha meraksız, geçmişe daha özlemli oluyor insan. Bu yüzden unutma beni.

Geride bıraktıklarını değil, giderken götürdüklerini yaşar giden; ilki de kalana kalmıştır bu yüzden. Kalamam; gittiğim her yer kaldığım yer olduğu sürece. Bisikleti ilk kez süren birinin gitmeyi öğrendiğinde düşmemek için hep pedal basması gibi bir şey bu. Son notası duyulmayan her şarkı, hiç bitmemiş gibi gelir insana değil mi?

Ey geride kalanım! Yaralarında çağlıyorken kan; sen, gittiğim yolların benden hesap sormadığını san!

17 Mayıs 2012 Perşembe

Gitmek...

Her giden güzelleşir / gidiyorum güzelleşmek için / unutulsun diye çirkinliklerim. (Aziz Nesin)

Gitmek; yaralı bir gemi gibi ağır ağır batarak. Gitmek; defolmadan. Gitmek; aksak adımlarla ağırına ağırına, zoruna zoruna… Gitmek; yaralı bir hayvanın kendini sürükleyebildiği yere kadar. Gitmek; daha gelmemişken yolun yarısına.

Yılları bir bavula tıkıştırdım ve bavulumda yangınlar taşırken, ellerim üşüye üşüye gidiyorum. Her vazgeçiş, içimde birbirine çarpıp yere düşmeden, kararlılığın ellerini öpüp başıma koyarak gidiyorum. Gider gibi değil, terk eder gibi gidiyorum. Yokluğum tüm varlığına armağan olsun sevgili. Belki de gitmek değil, kalamamak benimkisi, eğreti durmak, mümkünsüzü düşlemek.

Durduğum yerde bitip, gidebildiğim yerde yeniden başlamak için gidiyorum. Yeterince kalan oldum, şimdi gitme vakti. En acısı da giderken kalmak sevgili. Herkes gider ama her giden yakın kalmaz; unutama beni! Öyle yılışık değil, ukala bir gidiş benimkisi. Ucuz bir biletin arka koltuk rahatlığıyla, bu kez başka gidiyorum. Ne kendim için gidiyorum, ne senin için döneceğim. Gitmenin hası dönüşsüz olanıdır. Hayat, kapıyı yardımsız açabilecek kadar büyüttü gitmeye teşne kollarımı.

Bir yanı hep gidende kalırmış terk edilenlerin. Seni bırakmadan senden geçiyorum, senin için, sana rağmen. Varlığım beceremedi, bari yokluğum öğretsin özlemeyi.
Gitmek, yıkılan duvarlarımızı yeniden yapmaktır kendi yıkıntılarımızdan. Nereye gideceğim değil, neye varacağım meçhul. Bu yüzden gelme içime. İçim kalabalık ezilirsin. Gelme; yüzümün gülmeyen yalnızlığı. Ve affet beni yalnızlığım; seni de terk ediyorum. Terk etmek, katiline özgürlük sunan bir cinayettir. Kendimi uzaklara kilitliyorum. Bir gün gerçekte terk edilenin kim olduğu sorulduğunda cevap olarak kendimle karşılaşacağımı da biliyorum. Yine de gidişime sadık kalarak, durgun bir göle düşüp kimliğini kaybeden olmak yerine, toprağa sertçe çarparak ölen ama ardında umut tomurcukları yeşerten bir yağmur damlası olmayı seçerek gidiyorum. Hoşça kal sevgili! Var olan gerçek şu ki ben gittim, sen kaldın; Biraz aşkta, biraz geride, en çok da bende. İzlerin hep var. Peki sen sende var mısın bende kaldığın kadar?




Devamı gelecek...

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Unutulmuyor işte...

Unutulmuyor nice sevdalar bekliyor da,
Gitmeye yürek mi kaldı söylesene?
Gözlerinde içimi törpülediğim kadın...
Şimdi insanlara bakıyorum,
Çoğunun bekleyeni, ömrüne bir ömür daha ekleyeni var,
Diyorlar ki küsme aşka daha kimler gelecek kimler gececek...
Bilmiyorlar ki en son giden herşeyimi götürdü...
Bilmiyorlar ki en son giden daha sonra gelecekleri bile götürdü....
Şimdi ben bu eskitilmiş gençliğimle,
Yaşımı tersten yazıp öylece giden bir senin ardından,
Kime hangi sevgimi vadedecem söylesene? Silinmiş harfim benim...
Ellerimi tutana bulaşacak kokun...
Soluğumu paylaşan harflerini yutacak...
Oysa ben yutkunamayacağım bile,
Kurudu boğazım sen gideli,
Ki sana aldığım son buket bile kurumamıştır daha...
Çürümedi vurduğun yer...
Gözle görünmez darbeleri gidişinin...
Öyle bir yer kanıyor ki içimde, kanım var her damlanın içinde,
Senle aldığım nefesleri vermedim daha...
Senle aldığım nefesleri, sensiz verdiklerimle sıvamaya çalışıyorum...
Tıkanıyorum işte, soluğum kesiliyor,
Giderken bir zamanlar bendeliğini de götürseydin ya,
Yada zıttı olmayan bi' şey yapsaydın sen gibi.
Tanıyorum ben seni gel desem gelmezsin,
Gidersin git desem...
Ve gidersem bi' gün neylersin?
Hiçbir şey söylemeden benden bir nefes duymadan kalsan...
Sen hiç susmasan ben çıt duymasam...
Kalsan neylerim?
Yıkımda çoğaltırım da seni, bütün enkazlardan sağ çıkarırım bizi.
Ey yar görüyorsun ya sonunda yine aşk kaybediyor...
Hayat kazanıyor...
Sen benim susuzumluğumu dindirecek yağmuru bulamadın...
Ben senin yağmurunu yağdıracak o bulutu...
Düş/tün kalkma sakın, bu ayaklanış,
Sana ölümden yakın...
Ben yaşarım sen yokken...
Ya ben sende sandığından çoksam?
Ben varım, senin yokluğun kadar dünyadaki yerim...
Sen kendini bulursan eğer yaşarken, olmayacak,
Sen dilediğince varım da; bende yerin kalmayacak..
Seçtiğin yaşamın son sayfasını okur gibi oluyorum...
Ve yaşamın son sayfasını, yaşamanın ön sözüne gururla bakıyorum...
Elimi uzatırken, tutmaya vaktin yoktu...
Bize bir adım varken gelecek gücün bitti...
Mutluluğu sığdıracak yüreğini arıyorken,
Tutkunun o kör gözü, o yağlı ipi çekti...
Şimdi farkına bile varamayacaksın bu ölümün...
Öyle derin bi uyku bekliyor ki seni...
Uykundan düşünü çalsalar haberin olmayacak...
Hep susmayı istiyordun işte sana dilsiz bir göç.
Gün olurda uyanırsan beni değil kendini seç!
Tadın damağımda, acın içimde hala!
Ne için ağlasam gözlerimden akan?
Sen gittikten sonra biriktirdiğim yaşlar..
Öyle bir bittik ki biz,
Öyle bir gittik ki bu şehirden...
Ama, ama unutulmuyor işte...
Ellerinin dokunulmazlığı...
Gözlerinin bakılmazlığı...
Seninle geçen her anın başa alınmazlığı...
Unutulmuyor işte..

15 Mayıs 2012 Salı

Ömrümün kalanı..

“Gözlerinde bir aşk var bana saklı olan. Kimselere vermem onu!” dedin ve almadan gittin! Kendi hakkın olan bir aşkı, gözlerime hapsettin. Gidişinin dönüşsüz olmadığına inanmak için çok eski bir şairin sen olup söylediğini varsaydığım, “ Bu aşkın adresi dursun sende / Kelepçeli kuşlar yuva kurmadan gözlerimize / Belki geri döneriz / Ve geri veririz birbirimize / Yitirilmiş ne varsa...“ dizelerini hatmettim gecelerce. 

Hadi gel unuttur bana seni...

Ve gittin

Öncesini düşünmek istemediğim sonrası ise meçhul bir aşktı yasadığımız

Ve aşk bitti

Giderken geride bıraktığın içinden seni de almayı unuttuğun bir kalp.
Biraz hasarlı ürkek bir o kadar da beceriksiz
Seni unutmayı bile beceremedi bu kalp

Aşk bitti.

Sensiz uyuyamadığım geceler karanlıktan korktuğumda çevirdiğim numara sabah kalktığımda huzur verici sesin yok gözlerin yok.

Dedim ya gittin.

Sen gittin gideli bu ilk ve son mektubum sana.
Artık seninleyken yazdığım şiir ve mektupları düzeltiyorum ve düzelteceğim.

Seni seviyorumları 'seni ne cok sevdim' yaptım meğer ne çok seni seviyorum yazmışım... 
Seni öpüyorumları 'seni özlüyorum' yaptım.
Yaptım da bir 'seni unuttum' yapamadim.
'Seni unutmalıyım'da kaldi hep.
Seni unutmalıyım.

Ve gittin.

Sadece bitti dedin.
Fazlasına gerek yoktu zaten.
Herkes anlamak istediğini anlardı degil mi.?
Ama inan hiçbir sey anlamıyorum.
Sana lanetler mi yağdırmalıyım yoksa yolun açık olsun mu demeliyim.
Yok bu çok fazla dilerim Allah'tan bensiz gittiğin hiç bir yol açık olmasın.
Sensiz aldigim nefes, nefes değilken bensiz aldigin nefes, nefes olmasın.
Yok bu da çok fazla.

Ben kıyamam ki sana.

Ben sadece geride bıraktığın bu beceriksiz kalp için yalvarıyorum.
Gel Unuttur Bana Seni.

13 Mayıs 2012 Pazar

Düş'tün...

Sessizliğini dinledim uzun bir süre. Düşündüm taşındım çözümünü bulamadım. Özlemek neden bu kadar yorar insanı? "Özlem" isminin eyleme dönüşme çabasından mı? "Düş" ün, "düşünmek" kadar büyümek özentisinden mi? Beynimin içindeki tüm hayallerin çocukluktan vazgeçip başımın etini yemesi? Ne zaman lafın bir ucu sana çıksa sonuna gelemeden heba oluyor gülümseyişlerim.